Tam altı sene önce bugünlerde, New York’ta üç ay sürecek stajımın ilk haftasındaydım. Milano’da geçen üç yıllık üniversite döneminin ardından planım; Büyük Elma’da kendimi yeme–içme alanında geliştirmek ve ardından İstanbul’a dönerek iş hayatına atılmaktı. Henüz yirmili yaşlarımın başındaydım; dünyanın finans ve gastronomi başkenti sayılan bu şehirde iş dünyasının korkusu içindeydim.
New York, üç ayda bile beni çok etkiledi. Bugünkü “benin” temelleri belki de o günlerde atıldı. Şehrin kaotik ve gürültülü hali, ilk başta beni içine çekse de her yönüyle sevdiğimi söyleyemem. Özellikle gastronomi konusunda yaşadığım hayal kırıklıkları hâlâ aklımda. O zamana dek hâkim olan “her mutfağın en iyisi Amerika’dadır” algısı, yerini hızla düş kırıklığına bırakmıştı.
Belki de bu yüzden, tam altı yıl sonra, Ekim 2025’te yeniden New York’a dönmem gerekti. Bu kez bir iş değil, dostluk vesilesiyle. Staj yaptığım dönemde beni evinde misafir eden arkadaşım Mehmet’in düğünü için bir haftalığına gittim. Manhattan, Brooklyn ve Hoboken arasında dolaştım; yıllar önce gittiğim ya da son yıllarda adını sıkça duyduğum restoran ve kafeleri denedim.
Ve yine aynı sorularla karşılaştım: Bu şehirde Avrupa’ya kıyasla gerçekten iyi bir yemek yenebilir mi? Ya da iyi bir fincan kahve bulmak ne kadar zor olabilir?
Kahveye yalnızca lezzet açısından değil, bir merak, bir teknik arayış olarak da bakan biri olarak söylemeliyim ki, New York’un kahve dünyası tam bir tezatlar sahnesi. Nicelik bakımından “specialty” kafe sayısı etkileyici. Her köşe başında, elinde plastik bardakla yürüyen birilerini görmek sıradan bir manzara.
Bu şehirde kahve, sabah koşusuna eşlik eden bir enerji içeceği gibi. Ama işin ironik tarafı şu: Kahveye bu kadar düşkün bir toplumda, kahvenin kendisine gösterilen özen şaşırtıcı derecede az. Şehrin temposu o kadar yüksek ki, fincanın içindekine vakit ayırmak neredeyse lüks sayılıyor. Amerikalılar kahveyi bir ritüel değil, günün hızına ayak uydurmanın bir yolu olarak içiyor. Demlemesi uzun süren yöntemler, baristalar için “gereksiz zaman kaybı” olarak görülüyor. Çoğu nitelikli kafe, hızlı servisi öncelik edindiğinden el demlemeye menüsünde yer vermiyor.
Evet, “filter coffee” veya “drip coffee” bulmak mümkün. Ama çoğu zaman bu kahveler, makinede demleniyor. Fiyatlar ise akıl almaz: 15 (hatta bazı özel kahveler için 30$) dolara kadar çıkan bir fincan kahvenin tatsız, makineden çıkmış olması New York’ta kimseyi şaşırtmıyor. Avrupa’da neredeyse hiç kullanılmayan bu makinelerin burada bu kadar yaygın olması, iki kültür arasındaki farkı net biçimde gösteriyor. Avrupa’da kahve bir sohbetin, bir düşüncenin eşlikçisiyken; New York’ta kahve, trene yetişmeden önce eline aldığın bir nesneye dönüşmüş durumda.
Baristaların çoğunda da aynı telaşın izlerini görmek mümkün. Gezdiğim 21 kafenin 16’sında çalışanlar, kullandıkları çekirdeklerin menşeini bilmiyordu. İnanması güç ama doğru: kahvenin kaynağını bilmek artık kimsenin umurunda değil. Şehrin enerjisi öyle bir noktada ki, barista bile bazen fincanın içindekinden çok sıradaki müşteriyi düşünüyor.
Ama yine de bu karmaşanın içinde iyi kahve peşinde koşan birkaç adres hâlâ var. Gerçekten nitelikli çekirdekler, özenli demlemeler ve işini ciddiye alan insanlar… İşte bu yazıda sizlerle bir haftada gezdiğim 21 kafe arasından beğendiğim 8 lokasyonu paylaşmak istiyorum.
Deploy Coffee – 120 Lafayette St, New York, NY 10013
Kahve çekirdekleri Arkansas’ın dünyaca ünlü kavurucusu Onyx Coffee Lab’den geliyor. Burada baristalar her kahveye özel reçete uyguluyor; üç farklı filtre denememde de notalar belirgin ve dengeliydi. Bu seyahatteki favori noktam oldu.
Suited NYC – 45 John St, New York, NY 10038
Financial District’e yakın. Menüde dünyanın en prestijli kavurucularının kahveleri var. Filtre kahveler yeni nesil makinelerde hazırlanıyor. Makinede yaptıkları Natürel Etiyopya kahvesini zayıf buldum; tercih yaparken dikkatli olmakta fayda var. Burada yöntemden çok çekirdeklerin kendi kalitesi daha etkileyici.
Arcane Estate Coffee – 37 Cornelia St, New York, NY 10014
Panamalı bir üretici tarafından açılan bu kafe, yalnızca Panama menşeili çekirdeklerle çalışıyor. El demlemesi isteyenlere öcü gibi bakılmayan nadir yerlerden. Fiyatlar yüksek ama kahveler kompleks tat profilleriyle bunu kısmen hak ediyor.
Coffee Project Chelsea – 155 7th Ave, New York, NY 10011
Markanın şehirde birkaç şubesi var. Chelsea lokasyonunda, 2025’in popüler çekirdeği Kolombiya Finca Milan’dan bir demleme denedim, sanki kahve değil de kavun suyu içiyormuş hissi veren çok enteresan bir kahveydi. Aynı çekirdeği Bergamo, İtalya’da Bugan Coffee de kavuruyor. Burada içtiğim kahve de tıpkı Bugan’da içtiklerim gibi gayet iyi hazırlanmıştı.
SEY – 18 Grattan St, Brooklyn, NY 11206
New York’un en tanınan kavurucusu. Uluslararası alanda da bilinen SEY, Avrupa’da da sıkça karşınıza çıkabilir. Williamsburg’un biraz dışında ama kahve meraklısı için uğranması şart.
Dayglow – 8 Wilson Ave, Brooklyn, NY 11237
SEY’e yürüme mesafesinde. Kendi markaları dışında Avrupa ve Asya’dan prestijli kavurucuların çekirdeklerini de sunuyor. Filtre makineleri bana hitap etmedi ama espresso bazlı içecekler ve çekirdek çeşitliliği etkileyici.
Loveless – 86 Central Ave, Brooklyn, NY 11206
SEY ve Dayglow’a birkaç dakika uzaklıkta. Kendi kahvelerini kavuran küçük bir işletme. Pulsar tekniğiyle hazırladıkları filtre kahveler dengeli ve keyifliydi.
Modcup Coffee – 211 4th St, Hoboken, NJ 07030
El demleme kahve yok ama çekirdek seçkisi beklenmedik kadar güçlü. Özellikle Kolombiya menşeili Wilton Benitez Thermal Shock Yellow Bourbon çekirdekleri bir haftadır evde severek tükettiğim bir keşif oldu.
Yukarıda paylaştıklarımın yanı sıra, haftaya sizlerle beğendiğim pastane, restoran ve sokak lezzetlerini de paylaşacağım. Sağlıcakla kalın!