90’larda büyüyenler hatırlar: kahvaltıda beyaz peynir, öğlen tost, akşam makarna… Hayat basit, menüler tanıdıktı. Ama zamanla raflarda, restoranlarda, menülerde tanımadığımız yiyecekler beliriverdi. Önce yabancı geldiler, sonra gizliden gizliye yerleştiler. Bir sabah kahvaltıda avokadoyu sürerken, öğlen acai bowl yerken bulduk kendimizi. “Ne zaman bu kadar değiştik?” diye düşündüren, sessizce ama kalıcı şekilde hayatımıza giren o 10 yiyeceği listeledik.
Eskiden manavda görsek "Bu taş gibi şey ne işe yarıyor?" derdik. Şimdi neredeyse ekmeğe sürüp yiyoruz.
Bir zamanlar sadece uzak diyarlarda tüketilen bir lüksken, şimdi marketten bile alıyoruz.
Kahve kültürü değişti. Sade Türk kahvesinden, sütlü, köpüklü, tarçınlı kahvelere sessiz bir geçiş yaptık.
Yulafın "havalı kuzeni" gibi. Bir sabah kahvaltı kasesinde bulduk kendisini. Sağlıklı, çıtır, pratik diye gönlümüzü çaldı.
Başta ne olduğunu anlayamadık: Fasulye mi? Nohut mu? Şimdi Japon restoranlarında atıştırmalık olarak çoktan yerini aldı.
Ortadoğu mutfağından sessizce sızdı. Önce vegan menülerde karşımıza çıktı, sonra ekmek üstü, salata altı derken her yere yayıldı.
Bir Instagram paylaşımıyla hayatımıza giren bu renkli kase, artık kahvaltıların enerjik ve poz veren yıldızı.
Önce adı garip geldi, sonra "protein deposu" denince kimse sorgulamadı. Salataların gizli kahramanı oldu.
Yeşil çay tozu deyince basit gibi ama gizlice tüm tatlılara, lattelere, dondurmalara sızdı. Artık ayrı rafı var.
Küçücük ama etkili. Bir sabah yoğurt kasesinde belirdi, "omega 3" dedi sustuk. Şimdi puding bile yapıyoruz.